Ey laik Türk militerati'si “aklını kullan”

Yusuf KAPLAN

Dayatmacı, jakoben, ezberci, hakaret dolu, söylemsel şiddet yüklü tavır ve üslûp, tam da benim laik Türk “entelijansiyası” için yaptığım militerati tanımlamasını doğrulayan yazılar yazdırdı Yeni Aktüel yazarı Mehmet Ali Kılıçbay'a ve yazdığı yazılarla muhalifinin teorisini doğrulatan bir yazar olmayı başardı. Bu onu, Guinness Rekorlar Kitabına bile girdirebilir!

Laik Türk militeratisi, bu toplumun kültürünün / dünyasının ürünü değildir; Batı toplumlarının 18.-19. yüzyılın “aydınlanmacı despot”, indirgemeci, pozitivist dünyasının yan-ürünüdür: Tarih dışı/nda/dır. Tarihin içinde olanlar, bizzat laik Batılılardır. Bizimkisi, onların gölgesi ve figüranıdır. Tarihi, laik Batılılar yapmakta, bizimkisi, Batılıların yaptığı tarihe arkasından, kuyruğundan takılmak, yamanmak için can atıp durmaktadır. O yüzden kraldan çok kralcıdır. Batılılardan çok batı-perest ve laik-peresttir. Çünkü tek tutamağı Batı / laikliktir; o da elden gittiği zaman, bu dünyanın çökeceğine inanır.

Tipik bir köle ruhudur bu. Efendisiz yaşayamaz; kraldan çok kralcı geçinir. Toynbee, Batılılaştırılan ülkelerdeki yerli elitlerin, Batılılardan daha acımasız olduklarını söyler. Acımasızlık, öylesine zıvanadan çıkmıştır ki, Kur'ân'ın sunduğu muhkem, muhteşem, muazzam insan, kâinât ve Yaratıcı tasavvuruna dayanarak tarih yapmış koskoca bir milletin çocukları sadece bir-bir buçuk asırda, tanınamayacak kadar Kur'ân'dan uzaklaştırılmıştır. Kur'ân'ı okuması bile 12-15 yaşına kadar suç sayılmıştır, kraldan çok kralcılar, yani köle ruhlular tarafından. Nereden nereye!

Bunu, sömürgeciler bile yapamazdı; bu kendi-kendini sömürgeleştirme aymazlığıdır, dediğim için laik Türk militeratisinin en akıllısı / aklı-ı evveli Kılıçbay, şablonlarına uymadığı için beni kavramları alt üst etmekle suçlamaya kalkışıyor! Meselâ, son yazısında, “İslâmî bir meselede, Diyanet İşleri Başkanı'nın söylediklerini dikkate almayıp da neyi dikkate alacağız?” diyor. Ama yazısında, başka bir yerde, dinin öte dünyanın işleriyle uğraşması gerektiğini; bu dünyaya karışamayacağını söylüyor. Oysa din de, diyanet de, din'i aslâ böyle tanımlamaz. Bu din tanımı, sekülerizmin ve pozitivizmin din tanımıdır. Oysa asıl çarpıtma bu.

Kılıçbay'ın yazdığı beş yazıda bırakınız zeka pırıltılarını, en küçük bir fikir kırıntısı olabilecek dişe dokunur tek bir şey yoktu: Sadece laiklik misyonerliği yapıyor, ezberlerini yeniliyor ve bolca hakaret ediyordu Kılıçbay.

Ezberlerle, şablonlarla konuştuğunuz zaman, Batı'yı anlatıyorsam, onları önce onların kavramlarıyla anlatmam ve aktarmam gerektiği için böyle yaptığımı; böylelikle tıpkı onların yaptıkları gibi hayalî bir Batı icat ederek, oryantalist anlam yüklemelerine karşı oksidentalist bir tahrifat yapmamak için Frenkçe kavramları özellikle kullandığımı anlayamaz; hava atmak için kullandığımı zannedecek kadar sığlaşırsınız.

Kılıçbay, benim Batı'ya yönelttiğim eleştirileri yine kafasındaki bildik “dinci” şablonundan ötürü; Batı düşmanlığı diye algılıyor. Oysa modern / seküler Batı sivilizasyonunun Schopenhauer, Husserl, Nietzsche'den başlayıp bütün bir postmodern düşünceye damgasını vuran temel argüman, Batı'da varoluşa saldırı ve varoluşsal saldırı diye tarif ettiğim temel argümandır. Husserl, “Avrupa insanının krizi”nden, Nietzsche, “Tanrı'nın öldürüldüğü”nden; Weber, “anlam krizi” ve “özgürlük kaybı”ndan; Adorno / Horkheimer “aklın araçsallaştırılması” ve “akıl tutulması”ndan Foucault “insan'ın / özne'nin ölümü”nden; Levi-Strauss, Batı dışındaki kültürlerin yokolma tehlikesinden; Baudrillard, “toplumsalın iptali”nden sözetmişlerdir. Sorokin, çağa damgasını vuran toplum felsefelerinin bunalım felsefeleri olduğunu onlarca ciltlik kitaplar yazarak tartışmıştır. Bütün bir modernizm literatürü, sanatta, edebiyatta Kafka'dan Joyce'a, Baudlaire'den Valery'ye, empresyonizmden dadacılığa, sürrealizmden varoluşçuluğa kadar Batı'da varlığa ve varoluşa saldırı diye tarif ettiğim şeyi metamorfoz, absürt, yabancılaşma gibi kavramlarla işlemişlerdir.

Ben Kılıçbay'ın Batı ve İslâm algısının son derece sığ ve ilkel olduğunu kastetederek “bu ilkellikle nasıl ve hangi cesaretle hâlâ karşıma çıkıyorsunuz?” diye sormam üzerine Kılıçbay benim ruh hastası olduğumu söyleyecek kadar düzeysizleşiyor ve böylelikle anlama, algılama ve aktarma kabiliyetinin nerelerde seyrettiğini gözler önüne seriyor!

O büyük “sentezci” Kant'ın haykırışıyla sesleniyorum, son kez: Ey laik Türk militerati'si! Aklını kullanmaya ne zaman cesaret edeceksin?

Yorumlar

Popüler Yayınlar