İSLAM VE MODERNİTENİN ALIŞVERİŞİ (I)

Muhsin Kediver

İranlı ünlü İslam filozofu, hak ve özgürlüklerin savunulmasında uluslararası üne sahip aktivist olan Huccetulislam Muhsin Kediver, İran’da din ve modernizm, demokrasi, insan hakları, din-devlet ilişkileri, dinî düşüncenin ihyası gibi tartışmaların önde gelen isimlerinden biridir. Bu konularda yayınlanmış çok sayıda kitabı, konferansı, makalesi vardır. Kediver’in bu makalesi, geçtiğimiz aylarda Tahran Dinlerarası Diyalog Merkezi tarafından düzenlenen Din ve Modernite konferansına sunulmuş bildirisidir.

1. Başta giriş olarak iki noktaya değineceğim. Birinci nokta, gündemdeki sorulara yeni bir soru eklemektir. İslam ve modernite tartışmasının iki temel sorusu vardır:

Birinci soru: Acaba din ve modernite uzlaşabilirler mi ya da uzlaşma imkanları var mıdır?

İkinci soru: Modernite veya modernizasyon din için ortaya çıkardığı en önemli yükümlülük nedir?

Bu iki soruya verilecek cevap hiç şüphe yok önümüzü açacaktır. Ama öyle görünüyor ki, üçüncü bir soru da ortaya atılabilir: Din, modernite için hangi yükümlülüğü getirir?

Birinci soru din ve modernite karşısında tarafsızsa da ikinci sorunun tek yanlı takdimi ve üçüncü sorunun da gözardı edilmesi sadece modernitenin din için kimi ödevler getirdiği vehmine sebep oluyor. Sanki modernite bütünlüklü bir şeydir ve bu ya da şu dinden bir şey edinilmesine geçit verilmez. Bu varsayım, yani modern insanın minnetsizliği ve dinin tek yanlı olarak moderniteye muhtaç olması ne açık bir gerçektir, ne de bildiğim kadarıyla bunun üzerine, onu bağımsızlaştıracak kesin bir kanıt ikame edilebilir. İşte bu nedenle üçüncü sorunun ele alınması zaruridir. Bu yüzden makalemin başlığı “İslam ve modernitenin alışverişi”dir. Bu başlık, sahici ve insaflı bir muameleye katılan iki tarafın varolduğunu hatırlatmak içindir. Bu, sadece dinin modernitenin yükümlülüklerine riayetle mükellef olduğu ve modernitenin, tıpkı tanrılar gibi buyruk bildirip ödev belirleyerek, kararlaştırılmış görevinde kişiye yardım etmediği halde eksikliklerini eleştirdiği tek taraflı bir ilişki değildir.

2. İkinci nokta, önerilen tartışma başlığının genel olmasıdır. Söze dökülmesi oldukça zor olan şey, bütün dinlerin tartışmaya katılabileceklerini söylemektir. Yahut tüm dinler arasında ortak bir öz bulunduğu ve o ortak özle modernite ile tartışmaya girilebileceğinden kolaylıkla sözedemeyiz. En uygunu, tartışmanın alanını “İslam ve modernite” olarak sınırlamaktır. Çünkü bu toplumda çoğunluğun dini İslam’dır. Ayrıca zamanımızda İslam, bazı okuma biçimleri modern toplumlarda ciddi çatışmalar ortaya çıkaran en diri dindir. Bu bakımdan İslam ve modernite ilişkisinden bahsetmek zaruri görünmektedir. İslam’la ilişkinin Avrupa’da Hıristiyanlıkla yaşananın aynısı olacağı varsayımı, ispatlanmamış bir ihtimalden fazlasını ifade etmez. Her geçen gün doğrulayıcı kanıtları ortaya çıkan bir diğer ihtimal, bu iki dinin çeşitli konularda modernite ile karşılaşmasındaki ortak yönlerine rağmen her birinin modernite karşısındaki kendine özgü boyutlarına göz kapamak mümkün değildir. Kabul edileceği gibi, İslam’ın kendine özgü boyutları kesinlikle tartışmaya değerdir. Kısacası, diğer dinler konusunda, kural olarak o dinlerin erbabı kendi dinlerinin modernite ile ilişkisini ele alacaklarından bendeniz sadece İslam’ın modernite ile ilişkisini değerlendireceğim. Diğer dinlerin modernite ile ilişkileri olumlu ya da olumsuz manada konumuz olmayacaktır. Bu çerçevede tartışmayı daha çok İran’a yoğunlaştıracağım. Kategorilerim ve örneklemelerim hep bu coğrafyayı esas alarak tarif edilecektir. Bu sınırlamanın tartışmaya olan dikkatimizi arttıracağını umuyorum. Gerçi diğer ülkelerin bu tartışmada az çok farklılıkları olsa da sorunun kökeni bakımından o kadar da farklı değildirler.

3. Bu iki noktanın takdiminden sonra şimdi sıra tartışmanın asli öğelerine geliyor:

Asıl mesele, modernitenin mevcut anlaşılma biçimidir. Modern, modernite ve modernizasyon, her üç kavram da yenilenme, yeni olma, nevzuhur olma, şimdi ve bugün olma gibi anlamlara işaret eder. Bunların olumlu ya da olumsuz bir içeriği yoktur. Bugüne ait ve yeni olan her şey zorunlu olarak iyi veya kötü değildir. Fakat modernite veya yenilenme (teceddüd) kavramı kullanıldığında bu, sadece yeni olma anlamına gelmez. Yeni olma özellikli bir şeydir. Sonradan ortaya çıkmış yeni bir şeye işaret eder. Yahut yeni olmanın, geçmiş bütün dönemlerden ayırtedilen özellikleriyle kendine özgü bir şekline atıf vardır. Modernitenin tanımları iki genel gruba ayırılabilir: Birinci grup, moderniteyi toplumsal ve kültürel bir yapı veya Avrupa ve Amerika’da ortaya çıkmış tarihsel bir dönem olarak gören anlayışlardır. Bu nedenle burada moderniteye hiçbir önek konulamaz. Doğu modernitesi ya da İslam modernitesi veya bunun gibi isimlendirmelerin anlamı yoktur. Modernite, belli bir zaman kesitinde ve yerkürenin belli bir köşesinde ortaya çıkmış bir vakıadır. Bu vakıa, hem bilimsel, hem toplumsal, hem de sınai bir olaydır. Öyle ki, modern bilimin modern öncesi bilimden, modern sanayinin modern öncesi sanayiden, modern toplumun modern öncesi toplumdan farkını gözlemleyebiliyoruz. Bu farklılık o kadar ciddidir ki, onu insanlık tarihinde kırılma noktası olarak gözönünde bulundurabiliriz. Yani tarihi, bu dönem ve bundan önceki dönem şeklinde ikiye ayırmak mümkündür. Modern öncesi döneme ait herşey gelenek adını alır ve din, geleneğin asli bileşenlerinden biridir. Bu bakımdan, modernitenin böyle algılandığı bir yaklaşımda din ve modernite ilişkisinin ne olduğuna dair sorunun cevabı, gelenek ile modernitenin veya yeni olanla eski olanın uzlaşması meselesine girer. Bu başlangıç telakkisinde bu sorunun cevabı olumsuzdur. Modernite, yani Batıda ortaya çıkan görkemli durum, Hıristiyanlıkla ve genel olarak da bütün dinlerle uzlaşmazlık içindedir. Şu anlamda ki, bu süreç, dinin hayattaki rolünün ortadan kaldırılması veya sınırlanmasıyla, en azından onun özel yaşama ve vicdanlara hapsedilmesiyle sonuçlanacaktır.

Modernite tanımlarının ikinci grubunda modernite artık tarihsel bir olgu değildir. Tam tersine bir durum, bir dünyagörüşü veya bir yaşam biçimidir. Her ne kadar başlangıçta Avrupa’da ve iki üç yüzyıl zarfında ortaya çıkmışsa da zorunlu olarak tarih ve mekan aidiyeti yoktur. Avrupa’da veya 17, 18 ya da 20. yüzyılda yaşamamış da olsa herkesin sahip olabileceği bir dünyagörüşüdür. Bu dünyagörüşünün kendine has özellikleri vardır. İkinci anlamda modernlik için kopuşla ilgili tüm özellikleri almak veya onların bir kısmını seçmek gerekir. Açıktır ki modernitenin tüm özelliklerini almakla (ikinci anlamda bile olsa) dinle, bu cümleden olarak da İslam’la uzlaşmazlık beklenmedik bir şey olmaz. Ama eğer modernitenin armağanları arasından seçimde bulunmayı caiz görürsek o zaman İslam ve modernitenin uzlaşma imkanından sözedebiliriz.

Moderniteden sözedeceğimiz ya da onun dinle veya İslam’la ilişkisini ölçüp tartacağımız vakit bu iki anlayıştan hangisini kasdettiğimizi belirlememiz gerekir. Öyle anlaşılıyor ki bu iki algılama biçimi çoklukla birbiriyle karıştırılıyor. Bazen ilki, kimi zaman da ikincisi kasdediliyor. Birincisinin tarihsel tahakkukuna yönelindiğinde bu anlayışta tartışma daha çok bilimseldir. İkinci telakkide ise tartışma biraz kopuşla ilgilidir. Çünkü bir dünyagörüşüne dönüşmüştür. Cüret edersek şöyle söylemeliyiz: İkinci telakkide modernite, adı din olan başka bir şeyle -ki onu da ideoloji olarak düşünübeliriz- ölçülen bir ideolojidir. Ben bu tartışmada birinci anlamı gözden uzak tutmuyor ve Hıristiyanlık içinde cereyan eden Batı tecrübesinden epey ibret alıyorsam da modernitenin ikinci anlaşılma biçimini gözönünde bulunduruyorum. Yani bu dünyagörüşü veya yeni hayat tarzının İslam’la mukayesesi sadedindeyim ve ikisinin bir arada olup olamayacağına bakıyorum: hem Müslüman, hem de yenilikçi olmak mümkün mü değil mi? Bundan dolayı burada murad edilen, modernitenin ikinci telakkisidir.

4. Toplumumuzda ya da bizim gibi toplumlarda halkın modernlikle karşılaşması üzerinden geçen 150 yıl boyunca çoğunlukla din ve modernite ilişkisine üç tür yaklaşım gözlemlenmektedir. Bunlardan ikisi, iki farklı açıdan uzlaşmazlığa kaildir. Birinci yaklaşımda İslam’ın modernite ile uzlaşmazlığı, İslam’ın kabulü ve modernitenin reddiyle kendini ortaya koymaktadır. İki somut kesim vardır ki İslam ile modernitenin çatışmasından kıvançla çıkanın İslam olduğunu, modernin alnına ise batıl mührünün vurulduğunu düşünmektedir. Modern olan, dindarlığı sahneden söküp atmaya niyetlenmiş şeytani bir şeydir. Bu iki çevre, geleneksel dindarlar ve gelenekçilerdir (traditionalists). Bu ikisi aynı şey değildir.

Gelenekçiler modern dünyada yaşamakta ve moderniteyi tecrübe etmektedirler. Hatta moderniteyi iyice anlamışlardır. Ama onunla araları yoktur ve onu insanlık için zararlı görürler. İnsanın kemalini, gelenekte bulunan kutsal olana dönüşte bilirler. Fakat geleneksel dindarlar için gelenek, en önemli öğesi din olan bir şeydir. Hatta günlük hayatlarında moderniteden o kadar da şikayetçi değildirler. Modernite kavrayışları bazen oldukça yüzeyseldir. Sadece modern olanın uçak, telefon, bilgisayar gibi zevahirini görürler.

Toplumumuzda geleneksel dindarların sayısı çok, gelenekçiler daha azdır. Fakat her ikisinden de vardır. Medreselerde, saygın taklit mercileri ve onların çok sayıdaki mukallidleri arasında birinci gruptan insanları bulmak mümkündür. Genel olarak Rene Guenon ve Frithiof Schuoh’u takip eden gelenekçiler ile özel olarak Dr. Seyyid Hüseyin Nasr ve öğrencileri ikinci kesim içinde değerlendirilebilir. Bunların hepsi İslam ve modernite ilişkisinde İslam’ın tarafını tutmak ve mümkün mertebe moderniteyi bir kenara itmek gerektiğine inanankimselerdir. Bu iki kategori açısından İslam anlayışı çoklukla tarihsel İslam’dır. Onlar, var güçleriyle, tamamlanmış ve kemale ermiş olduğunu düşündükleri -zaman boyunca ortaya çıkmış- tarihsel İslam’ı savunurlar. Ne tarihsel İslam’da ne de modernitede hiçbir tercihe inanmazlar. Bu yaklaşım; Kitab’ın metni, Peygamber’in sünneti, Müslümanların pratiği ve din alimlerinin ilmi hayatında ne varsa onu savunur. Modernite de bir bütün olarak reddedilmeli, suçlanmalı ve eleştirilmelidir.

İkinci yaklaşımda da İslam ve modernite uzlaşmazdır. Fakat tabii ki İslam’ın üstünlüğü nedeniyle değil. Bu yaklaşımın taraftarları İslam’ın ve diğer bütün dinlerin geleneğe ait olduklarına inanır. Geleneğin tarihsel dönemleri de geçmiştir. Eğer zamanın çocuğu olacaksak moderniteye teslim olmaktan ve dinimizi modernleştirmekten başka çaremiz yoktur. Bu yaklaşımın sahiplerinin sayısı giderek artmaktadır. Bunlar da birinci grup gibi ya hep ya hiç projesini takip ediyorlar. Onlar, dinin bir bütün olarak kabul edilebilecek bir şey olmadığına inanıyorlar. En çok, kişi kendi kişisel hayatında, özel alanda dindar kalmak istiyorsa kalabileceğini düşünüyorlar. Fakat onlara göre din, kamusal alana girmesine izin verilecek bir şey değildir. Şöyle akıl yürütüyorlar: Dinin özü kulluk, modernitenin özü ise akılcılıktır. Kulluk yapmaya gönül verdiğiniz ve söze itibar ettiğinizde gerçekte modern akla giriş izni vermemiş, onun kendisini göstermesine engel çıkarmış oluyorsunuz. Bundan dolayı hem modern, hem de dindar ve Müslüman olunamaz. Bu ikisi asla uzlaşmaz.

Bu yaklaşım, çoğunlukla laik veya seküler bireylerin kavrayış biçimidir. Burada birbirine yakın anlamda kullanılmış “laik” ve “seküler” kavramlarının ne kendi mecralarında, ne de tercümelerimizde belli ve somut tarifleri yoktur. Bizim toplumumuzda kullanılan tariflerin minimal ve maksimal yanları vardır. Ama bu fikrin taraftarlarının çoğu, ya dinin toplumsal hayattan tamamen sökülüp atılmasına, veya kamusal alandan çıkarılmasına ya da kamusal alanın bazı noktalarından, mesela devletten uzaklaştırılmasına inanan laik düşünürlerdir. Özetlersek, ya dinin rolünü minimal ve oldukça alt seviyede görmekte, ya da dinin rolünü olabildiğince azaltmaya inanmaktadırlar. Bunlar İslam ve modernitenin uzlaşamayacaklarını düşünmektedirler.

Fakat İslam ve modernitenin uzlaşabileceğine davet eden bir üçüncü yaklaşım daha vardır. Bu yaklaşımın taraftarları şöyle inanırlar: Hem Müslüman olup hem de modern dünyada yaşanabilir ve modernitenin gerekleri imkan ölçüsünde kabul edilebilir. Bu kesim -ki benim tartışmam bu çerçevede olacak- toplumumuzda genellikle dindar yenilikçiler veya Müslüman aydınlar olarak tanınır. İki yıl önce “İslam’ın moderniteyle uzlaşması” başlıklı bir makale yayınlamıştım. Burada ise o makaleye ekleyeceğimi yeni unsurları ifade edeceğim.

* www.kadivar.com/Index.asp DocId=1471&AC=1&AF=1&ASB=1&AGM=1&AL=1&DT=dtv

Yorumlar

Popüler Yayınlar