Felsefe de lazımdır Din bilgisi de!
EROL GÖKA
Din, felsefe ve bilimin birbirlerinden farklılıkları ve ilişkileri, her zaman düşünce dünyasının önemli konuları arasında yer almıştır. Bu çok boyutlu konunun içinde bir tanesi vardır ki, düşünürlerden daha çok ahaliyi ilgilendirir ve reytingleri tavana zıplatır. Herkes, kendi dinsel inançlarının bilim tarafından desteklendiğini görmek ister, bu konuda çıkan kitap ve haberlere kulak kesilir. "Hangi bilimsel gerçek, hangi kutsal kitapta yer almış?" sorusuyla başlayan ayartıcılık, gelecekte ne olacağına, kıyametin ne zaman kopacağına vs.e doğru evrilir. İçlerinde hayli ünlü zatların da bulunduğu ahali, konuştukça konuşur; hayret, hayranlık, korku, ümit her şey birbirine karışır, histerik bir topluluk katarsisi için eşsiz bir vasat oluşur. Dinsel inançların sözümona "bilimselliği" hakkındaki bilgiler, günümüzde popüler bilinci ve ideolojileri besleyen ana kaynakların en önde gelenlerinden ve şimdinin inananlarıyla eski zamanların inananları arasındaki temel farklılıklardan. Neyse, dinsel inançların "bilimselliği" hakkındaki bu ahali ilgisini ve ardı arkası kesilmeyecek olan modern hurafeleri, buradan yüzlerce doktora tezi çıkabileceğini müjdeleyerek, akademisyenlere bırakalım. Biz, din-felsefe-bilim ilişkileri konusunun ahaliyi neredeyse hiç ilgilendirmeyen ama insanlığın geleceği açısından çok ama çok önemli olduğuna inandığımız bir noktasında at koşturmaya çalışacağız.
Felsefe ve dinsel düşünce arasındaki ayrımların net olarak belirlenmesi, çocuklarımızın ve gençlerimizin eğitiminde nasıl yer almaları gerektiğinin ortaya konması, her türden fanatizmin ve spritüel sapkınlığın önlenebilmesi açısından çok önemli. Bizim gibi modernleşme katarına geç binmiş ve hala yerine oturmayı becerememiş toplumlarda, aydın kisvesi altında cirit atan ve tribünlere oynamaya bayılan "okur yazar"lar, bu konuyu bile ahaliyi kışkırtmanın bir aracı sanıyor. Kimileri, din derslerinin ne denli elzem olduğundan dem vururken karşı kampta yer alan diğerleri, felsefeyi dinin yerine ikame etmenin en iyi olacağına dair fetvalar veriyor. Okur yazar takımı, insanın zihinsel etkinlikleri ve bunun sonucunda ortaya çıkan farklı bilgi türleri üzerinde düşünmek istemiyor. Her mühim konuda yaptığı gibi, pek kıymetli (!) kafasını bu çetrefilli konuya da sokup karıştırmıyor; mızraklarının ucunda kendi kutsallarının yer aldığı kampa katılarak karşı kampa eline ne geçerse fırlatmayı tercih ediyor.
Oysa insan zihninin etkinlikleri de, bunun sonucu ortaya çıkan bilgi türleri de farklı. Bu farklılıkları ve aralarındaki etkileşimleri düzgün biçimde ayırt edemeyen ve ona uygun bir organizasyon gerçekleştiremeyen toplumlar, şöyle ya da böyle bir epistemolojik krizin içine düşerler. Bugünlerde tüm dünya postmodern bir kaos ortamında yaşıyor ve bu kaosa batıdan doğuya doğru gittikçe etkisi belirginleşen bir epistemolojik kriz, eşlik ediyor. Postmodern epistemolojik krizin sorumlusu, modern zamanlarda görece belirli olan, felsefi, bilimsel ve dinsel bilgi etkinliklerinin ve onları üreten zihinsel faaliyetlerin aralarındaki farklılıkların silikleşmeye başlamasıdır. Tüm dünyada yaşanan epistemolojik kriz, bu bilgi etkinlikleri arasındaki farklılıkların zaten yeterince belirgin kılınamadığı bir zihinsel işleyiş şemasına sahip olan İslam dünyasında ve ülkemizde kendisini katmerli bir biçimde gösteriyor. İslam dünyasındaki toplumsal zihin, felsefeyi, teoriyi, bilimi ve teolojiyi birbirinden ayırmakta zorlanan bir işleyişe sahip. İslam dünyasındaki ve ülkemizdeki temel zihinsel işleyiş sorunu, dinsel, felsefi, bilimsel ve ideolojik-siyasal bilgi etkinlikleri arasında kurulan özdeşimden kaynaklanıyor.
Batı'da modern zamanlarla birlikte, geleneksel dünyada mitolojik ve dinsel olana bağlı olarak işleyen insanın zihinsel etkinlikleri ayrışarak ve özerk bir konum kazandı. Bilimsel devrimler, modern zamanlarda oldu; felsefi ve teorik bilgi bu zamanda yığıldı; ideolojik-siyasal akımlar modern zamanlarda serpilip geliştiler. Çeşitli nedenlerle İslam dünyasında, yeni bir insanlık durumu olan modernliğe geçişte zorluklar yaşanırken, bir yandan da geleneksel dünyaya ait olan zihinsel işleyiş şeması, anakronik biçimde, sürmek zorunda kaldı. Zamanın işlemesinin ama zihin şemalarının donmasının sonucu, trajikti. Bugün İslam dünyası, dinsel, bilimsel, felsefi, ideolojik-siyasal olanın özdeşleşmesinin trajedisini yaşıyor. Bu özdeşleşme yüzünden İslam dünyası, her türden fanatizme fidelik ediyor. İslam dünyasında ne varoluşçu felsefe, ne fanilik metafiziği, ne psikanaliz ne de bilimsel psikoloji için önemli bir atılım yapılabiliyor!
Felsefe ve dinsel düşünce arasındaki farklılıklardan konuşuyorduk. Bize göre önemli olan bu ayrımın doğru düzgün yapılabilmesi, her ikisinin de insanın farklı zihinsel etkinlikleri olarak çocuklarımıza gençlerimize öğretilebilmesidir. Neyin ne olduğu bilindikten sonra artık sorun kalmayacak, felsefi ve dinsel düşüncenin serpilip gelişmesi için bir özgürleşme ortamı oluşacaktır. Felsefe ve dinsel düşünce arasındaki farklar konusunda bir çuval söz söylenebilir ama geçenlerde yapılan bir felsefe dergisinde yayınlanan çalışma, uzun lafı gereksiz kılacak şekilde, farkları ayan beyan ortaya koyuyor.
Araştırmada dünyadaki belli başlı dinsel inanç sistemlerinin dayandığı yedi temel direk, yani dinsel alanda düşünürken zihnimizin ilerlediği yedi ana yol olduğu gösterilmiş. Buna göre, dinsel bir zihinsel etkinlik; 1- Evrenin kökeni ve doğası, 2- Tanrı'nın doğası, 3- İnsanın doğası, 4- Kurtuluş (felah), Özgürleşme ve Aydınlanma'nın doğası, 5- Varoluşun boyutları ve varoluş tasarıları, 6- Manevi yolculuk ve İnsanın nihai akıbeti, 7- Devirler, Çağlar ve Evrenin nihai hali alanlarında etkinleşiyor… Demek ki, insanlık, inanç sistemleri oluştururken hep bu alanlarda kafa yormuş ve kendince cevaplar aramış. Biz de bundan muaf değiliz. Şöyle ya da böyle bu konularda bir fikrimiz var. O halde bu sorulara nasıl yetkin cevaplar verileceğini ve verilmiş dinsel cevapların neler olduğunu içeren bir "din bilgisi" eğitimi, çocuklarımız ve gençlerimizin zihinsel gelişimlerine çok ciddi katkılar sağlayacaktır.
Aynı araştırmada felsefecilere, "Felsefeyi iyi yapan ögeler nelerdir?" diye de sorulmuş. Bu soruya verilen cevaplar, aynı zamanda, felsefi zihinsel etkinliğin ayırt edici niteliklerini görmemizi de sağlıyor. Cevaplardan çıkan sonuçlara göre felsefeyi iyi yapan yedi öge şöyle: 1- Kendi görüş açısına sahip olma, 2- İyi yazma, 3- Alçak gönüllülük, 4- Açıklamanın doğasını anlama, 5- Adet ve inançları sorgulayabilme, 6- Vaatlerine bağlı kalma (tutarlı bir düşünce çizgisi izleme), 7- Neyi bilmediğini bilme. Soruşturmaya katılan felsefeciler, bir de söz birliği etmişçesine bir de sekizinci maddenin olması gerektiğini söylemişler. Bu da, "Hiçbir zaman kısa özetlere güvenemeyip, bir düşünürün ne söylemek istediğini anlamak için tüm yazdıklarını okumak" gerektiği imiş… İşte böylece, çocuklarımıza ve gençlerimize nasıl bir "felsefe" eğitimi sunmamız gerektiği de ortaya çıkıyor. Felsefe eğitimi, iyi düşünebilmenin ve yazabilmenin yollarını araştıran, bir düşünürün tüm düşüncesine vakıf olabilen dolayısıyla düşünce macerasını tanıyan, yaşadığı toplumu, "din bilgisi" dahil aldığı tüm bilgileri sorgulamayı becerebilen bireyler yetiştirmeyi hedeflemelidir.
Kutsallarımızı astığımız mızrakları birbirimize fırlatarak yaşamanın bizzat kendisinin modernliğe geç kalışımızın bir belirtisi olduğunu artık anlamalıyız. Bir an önce, sağlıklı bir "din bilgisi" ve "felsefe" eğitiminin nasıl olması gerektiğine kafa yormalı; bilimi dinde, dini bilimde arama saçmalığından kurtulmalıyız. Yoksa yaşadığımız trajedinin komediye dönüşmesini engelleyemeyeceğiz.
erolgoka@hotmail.com
Yorumlar