Ey şark milletleri! Şimdi ne yapmak lazım?
İhsan Eliaçık
Ey şark milletleri! Çağın kalbini dinleyin, geliyor gelmekte olan! Mehdi de, Hızır da, Mesih de biziz. İbrahim de, İsa da, Musa da, Muhammed de biziz, biz! Öncekiler bir ümmeti geldi geçti.
Mehmet Akif Ersoy yüz sene kadar önce "Geçip giden varsa İslam'ın şu çiğnenmiş diyarından" başlıklı şiirinde İslam dünyasından manzaraları şöyle resmetmişti;
"Harap iller, serilmiş hanumanlar, başsız ümmetler, tegallüpler, esaretler, tahakkümler, mezelletler, ekinsiz tarlalar, ot basmış evler, küflü harmanlar, ıpıssız aşiyanlar, kimsesiz köyler, çökük damlar, düşünmez başlar, aldırmaz yürekler, paslı vicdanlar ve de gaza namıyla dindaş öldüren biçare dindaşlar… Göğüsler sızlayıp durmakta, zincirler daralmakta, bunalmış kalmış milyonlarca can gırtlakta…"
Bu manzara karşısında Muhammed İkbal'in "gırtlaktan" bağıran sorusu şuydu; "Ey şark milletleri! Şimdi ne yapmak lazım?
Mehmet Akif'in resmettiği manzaralar o gün bugün hala aynı.
Hatta Akif'i sürdürerek yeni manzaralar eklemek lazım: Yağan bombalar, harap olan iller, basılan evler, kurşunlanan minareler, çırılçıplak soyulan insanlar, tecavüz edilen erkekler, ırzına geçilen kadınlar, kolları kırılan çocuklar, sapan taşına kurşunla karşılık veren gözü dönmüşler, Deir Yasirler, Hamalar, Halepçeler, Ebu Garipler, Guantomanolar, yerde kurşuna dizilen yaralılar, Kadir gecesinde yağan füzeler, gaza namıyla birbirini ihbar eden dindaşlar, yüz dolara düşmanla iş tutan hainler, utanmadan "reel politik" inciler döktüren liberal müptezeller, aidiyet ve haysiyetini kaybetmiş aydınlar, şerefsiz işbirlikçiler, her yerde baş tacı edilen namussuzlar, köşesine çekilmiş namuslular, ekmek parası bulamayan erdemliler, malına mal katan dalkavuklar, her biri bir dış gücün oyuncağı haline gelmiş guruplar, hizipler, franksiyonlar, Avrupa kapılarında dilenen Kürtler, AİHM'e yalvaran başörtülüler, Kepenhang kriterlerinden medet uman dünün Batı Kulüpçüleri, neo-liberal mavallarla Avrupa Birliği fonlarından beslenen dünün hızlı solcuları, büyük vatanın bir parçası olan Irak'taki direnişi "Teşkilat-ı Mahsusa" mirasını sürdürerek alttan alta "örgütleyeceği" yerde işgalciler için tezkere geçirtmeye kalkanlar, işbirlikçi küreselciler, statükocu ulusalcılar, beyni dağıtılmış devlet eliti, çaresiz askerler, koltuğunu kurtarmaya bakan bürokratlar, elifi görse değnek mimi görse tokmak zanneden güya entelektüeller, emsileden başka kitap cifrden başka hesap bilmeyen mollalar, yüreksiz ilahiyatçılar, ruhsuz din adamları, yıkıntılar arasından tecavüz çığlıkları, harebeler arasından ölüm feryatları yükselirken her akşam dizi seyreden, gelin kaynana yarışmaları izleyen, popstar seçen zavallı yurdum insanı… vs. vs.
Muhammed İkbal'in mezarından "o ses" yankılanıyor adeta.
Yine aynı soru, yine aynı çığlık; Ey şark milletleri! Şimdi ne yapmak lazım?
Ey Türkler, Ey Araplar, Ey Farslar şimdi ne yapmak lazım?
Ey Kürtler,Türkmenler, Azeriler, Çerkezler, Kıptiler, Habeşler şimdi ne yapmak lazım?
Ey Sunniler, Şiiler, Aleviler, Bektaşiler şimdi ne yapmak lazım?
Velhasıl Ey o bütün şark milletleri! Milletin sönmüş ocakları, ümmetin yıkık viraneleri, Devlet-i Aliye'nin o eski memalikleri! Şimdi ne yapmak lazım?
Bu küresel canavarın ellerini, kollarını nasıl kesmek lazım?
Milletlerimizi, ümmetlerimizi, memleketlerimizi nasıl kurtarmak lazım?
Namusumuz payi mal oldu. Şerefimiz, haysiyetimiz ayaklar altına alındı. Bunların yaptığını Moğol orduları bile yapmadı.Tarihimiz yağmalandı, coğrafyamız kalbura döndü…
Ve Ey Batı milletleri!
Ey ebedi putperest Roma yurdu!
Ey "çarmıhta ölen son Hrıstıyanın" nasipsizleri!
Ey İsa'yı Yaruşalem çarmıhından alıp Roma çarmıhına tekrar gerenler!
Siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz? İnsan hakları, demokrasi, özgürlük dediğiniz buysa çekin kuyruğundan! Çağdaşlık, modernlik, ilerilik dediğiniz buysa canınız cehenneme! Tarihin sonunu değil asıl kendi sonunuzu hazırlıyorsunuz! Mesihi değil kendi akibetinizi bekleyin. Tanrıyı kıyamete zorluyorsanız, kendi cehenneminize odun taşıyorsunuz! İnsanlığın vicdanında boğulmaya doğru gidiyorsunuz. Korkunç bencillik, kof böbürlenme, tek tipçilik, sarhoşluk, ahlaksızlık ve sömürgecilikten tarihin çöp sepetini boylayacaksınız. Güvenlik, terör, funtamantalizm diye diye tarihten çekileceksiniz.
Bunca yaşanmış tecrübelerin öğrettiği bir şey varsa, "sünnetullah" diye bir şey varsa sonunuz geldi. Tarihi tekerrür ettirdiniz, hiç ders çıkarmadınız, hiç ders çıkarsaydınız böyle yapar mıydınız? İsa'yı çarmıha gerdiniz yetmedi, Tanrı'yı öldürdünüz yetmedi, İnsanlığın vicdanını yine Roma'nın çarmıhında gerdiniz. Artık çarmıha gerilecek, öldürülecek bir şey de kalmadı, sonunuz geldi. Tarih boyunca yaptığınız çarmıhlar, kazığa bağlayarak yaktığınız insanların ahu figanı dile gelecek, artık sonunuz geldi. İnsanlık sizin ilahi çarmıha gerildiğinizi görmeden bitmeyecek, sonunuz geldi. Eceliniz geldi, çok cami duvarı kirlettiniz, sonunuz geldi. "Üç ila dokuz yıl arasında" işiniz bitecek, süreyi uzatmaya bile gerek kalmayacak, sonunuz geldi!
Ey şark milletleri!
Ey kafası rahat mirasyediler!
"Nasıl olsa ateş bize sayılı birkaç günden fazla dokunmaz" diyorsunuz demek? Şuçu ötekine yükleyerek, topu taca atarak sorumluluktan kaçıyorsunuz demek?
Felluce'nin, Ebu Gureyb'in rabbine andolsun ki, eğer bir darbe yediysek bu kesinlikle "içerden" yenmiş bir darbedir. Hala tarihimizle, geçmişimizle yüzleşebilmiş değiliz. Bakın ne demişti yüz yıl önce Akif;
"Biz ki yarmıştık şuunun en büyük ummanını
Çiğnemiştik yükselen o bitmez dalgalarını
Biz ki devirlere, çağlara, olaylara rağmen yine
Hakim olmuştuk bütün bir alemin günlerine
Şimdi tek bir dalgaya çiğnendik, izmihlaldeyiz
Şimdi sahillerde mahkumiyetin timsaliyiz
İçerdedir darbe… Dışarıda değil… Asla değil!
Sonra olmaz dünyada reastgele bir şey böyle bil
'Gökten gelen bela' sözünün manası yoktur herzedir
En beyinsizler bile istikbali zira kestirir
Gökten inmez bir de hiçbir şey… Bütün yerden taşar
Kendi ahlakıyla bir millet ölür yahut yaşar"
Ey Şark milletleri!
Ey benim ebedi meskenet yurdum!
"Yaşamak" dediğimizin manası kalmadı… "Din" dediğimizin cazibesi kalmadı… "Mehdi" dediğimiz her kimse gelmesine artık gerek kalmadı… "Kur'an" dediğimizin, mezarlıklarda okunmaktan,duvarlarda asılı kalmaktan, cifrden, şifreden başka işi kalmadı. Medyumlara, üfürükçülere, muskacılara terk ettik, onlardan başka kapağını açan kalmadı. Hayattan çıkardık mitolojiden başka değeri kalmadı…. Artık ezan kültür, ramazan sanatçıların çocukluk anıları, zekat haramzadenin sus payı, camiler eski zamanın turistik mabedleri haline geldi… Peygamber ulaşılamayan, sahabe erişilemeyen, Allah konuşulamayan birer "nesne" oldu…
Oysa bunlar Mekkeli "öksüzün" sağlığında böyle miydi?; Onun zamanı ruh, heyecan, hareket ve devrim çağıydı. İnsanlık vicdanının iyilik, ahlak ve adalet arayan damarını harekete geçiren canlı vahiy çağıydı. Onun kalbi "Zamanın Sahibi'nin", içinde yaşadığı çağın ve hayatın temposuyla birlikte atardı. O tarihin değil, tarih onun arkasından gelirdi. İki günü birbirine denk olanı ziyanda sayar, yerinde sayanı geri kalmış kabul ederdi. Bir şeye karar verdimi sağına soluna bakmadan ve başka hiç kimseden korkmadan "Allah ile birlikte yürürdü". Sorulması gereken sorular vardı, geldi ve çağın idrakine onları sordu; "Bu kız çocukları hangi suçundan dolayı öldürüldü?"…
O öksüzdü, yani başını yaslayacağı bir ana göğsü (ög'ü) olmayandı (ög-süz). O "Allah'a yaslandı, hikmete ram oldu, yol varsa budur bilmiyorum başka çıkar yol" dedi ve yürüdü. O gün bugündür yankılanır hala insanlığın dimağında. Onun sağlında ne felsefi tartışmalar, ne kelami spekülasyonlar, ne de fıkhi ihtilaflar vardı. Sadece esen bir ruh, dalgalanan bir heyecan, kitleleri sürükleyen bir hareket ve zulmedenleri inkılaba uğratan bir devrim vardı. Diğerleri bunların içinde kaybolup giden birer ayrıntıydı. Onunki ibda çağıydı; geldi, esti, kuyruk yıldızı gibi kaybolup gitti, Hala onun ışığı ile yolumuzu bulmaya çalışıyoruz. İyi ki o var.
Ey Şark milletleri!
Ey maddi zenginliği toprağı kazıyarak petrolden, manevi zenginliği de eski kitapları kazıyarak Mülteka'lardan, Mir'atlar'dan elde edeceğini sanan benim ebedi tembellik yurdum!
Hala Hz . Ömer zamanında alınan topraklarda yaşıyoruz. İyi ki Hz. Ebubekr, Hz. Ali var. Onlar fethetmiş, biz üzerine yan gelip yatmış petrol kazıyoruz… Bin sene önce onlar yazmış biz onları araştıra araştıra makam mevki sahibi oluyoruz; iyiki Farabi var, İbni Sina var. İstanbulu fethetmiş biz canını çıkarıyoruz yağmurdan, sudan; iyi ki Fatih var.Yüzyıllardır yiye yiye bitiremedik bunları. Sanki bu ümmetin ömrü onlarla bitmiş de biz uzatmaları oynuyoruz. Halbuki "Zamanın Sahibi" hiç durmadan sürekli yaratılış halinde. Varolan alem mümkün olanların en iyisi değil, yepyeni yaratılışlar mümkün. Anaların Rahminin Rabbine andolsun ki, analar doğurdukça Allah insanlıktan ümidini kesmemiş demektir. Kimbilir hangi rahimde Ömer'ler, Ali'ler, Hüseyinler, Farabiler, İbni Sinalar, Hoca Ahmed Yeseviler, Yunuslar, Mevlana'lar, Fatihler dün, bugün veya yarın soluk alıp vermeye başladı veya başlamıştır!
Zebur-u Acem sahibi yüz yıl önceden bakın ne demişti;
"Güneşin dönüş yapan mübarek göçü başladı
Sabahın karanlıkları boğan ışıkları yükseldi
Kafileler dağ bayır demeden yüklerini bağladılar
Göç davulları çaldı
Ey insanlığı kontrol etmek,
ve zayıfları korumak için yaratılan göz!
Ne oluyorda böyle kaygusuzca uyuyorsun
Etrafında olup bitenlere bakmıyorsun
Uyan Ey Müslüman!
Çok uzun süren
Bu ağır ve derin uykudan uyan artık!"
Ey Şark milletleri!
Ey kuru hurma yiyen "öksüzün" virane ümmeti!
Bir bakalım kendimize acaba tanıyabilecek miyiz? Kur'an'ın "Ey İsrailoğulları!" diye eleştirdiği her şeyi, Ey İsmailoğulları; Ey Araplar, Ey Farslar, Ey Türkler! diye bir okuyun bakalım değişen bir şey olacak mı?
Artık bize yeni bir çağ lazım. Yaratıcı bir ibda çağı lazım. Allah'ın "ibda"sına Müslümanın "ibadeti" ile katılacağı, canlı, diyaklektik işleyen, iş ve değer üreten, ortaya çıkaran, meydana getiren, icat eden bir çağ lazım. Bunları Allah yaparsa "ibda" insan yaparsa "ibadet" oluyor. Kök anlamları aynı bunların. "Allah ile beraber" yeni bir yürüyüş lazım. Vicdanı ve merhameti harekete geçirecek yeni bir nefes lazım. "Bu çocukların kolları hangi suçtan dolayı kırıldı? Bu biçarelerin hangi suçundan dolayı ırzına geçildi? Bu yaralılar hangi suçundan dolayı yerde inlerken kurşuna dizildi? diye soracak mesihi bir soluk lazım! Tur-i Sina'yı, Zeytin Dağı'nı, İncir Ağacı'nı, Hıra Mağarası'nı insanlığın üzerine "kaldıracak", yani oradan konuşacak, oradaki vicdanı yakalayacak bir söz, bir hareket, bir eylem lazım! Vakti zamanında oralardan yükselmiş o seslere sahip çıkmak, korumak, kollamak, ete kemiğe büründürmek, güncellemek ve dirican bir halde çağın idrakine ulaştırmak lazım. Bunlar için ise akıl lazım, vicdan lazım, yürek lazım. Sağa sola bakmadan "Ben varım" diyecek adam gibi adamlar lazım…
Yaşamak Allah içinse , "ibadet" Allah'ın "ibdasına" karşılık inanmış insanın iş ve değer üretmesi ise, "Müslüman" Allah'ın önünde yüzü açık ve alnı ak hale gelmek, selim olmak ise, "sırat-ı müstakim" doğruluk ve dürüstlük yolu ise, "cihad" yeryüzünde baskı, zulüm ve zorbalık kalkıncaya ve adalet tam olarak sağlanıncaya kadar sürekli devrim ise eğer, "İsrail" Allah ile yürüyen, "İsmail" Allah'a kulak veren, "Nasrani" Allah'a yardım eden ise eğer, "insan" sürekli hareket halinde olan (nevs), yaklaşan, seven, sevilen (üns) ise eğer, bütün bunlar şimdi değilse ne zaman? Bugün değilse hangi günde? Bu çağda değilse hangi çağda ete kemiğe bürünecek? O "Öksüz" ve arkadaşları mezarlarından kalkıp bir de bu çağı mı kurtaracaklar? O zaman sen niye varsın? Onlardan sonra varolmanın anlamı ne? Neden önce değil de şimdi varsın, neden?
Ey Kadir-i Mutlak Allah!
Ey azizu'n-zu'ntikam olan Allah!
Ey biçarelerin rabbi, Ey müstazafların umudu!
Ey İbrahim'in ateşine serin ol diyen!
Ey Muhammed'i örümcek ağıyla koruyan!
Şimdi ne yapmamız lazım? Mehmet Akif'in sitemini gönderip "dilimiz kurusun" mu diyelim? Nur istiyoruz nâr gönderiyorsun Ey Adl-i İlahi! Binbir geceden hayırlı Kadir gecesinde on bin füze yağıyor? Meleklerin sabaha kadar indiği o kutlu gecede bombalar iniyor. Nedir öfkeni çeken? Bize çok mu kızdın?
Öyle ya, Akif söylemişti yüz yıl önce. Ondan beri hiçbir şey değişmedi ki. Daha doğrusu kimse onu dinlemedi, duymadı ki. Duyarlar belki diye affına sığınarak bir kez daha tekrar edelim;
Bıraktık çalışmayı, emrettik hep oturduğumuz yerden Ey adl-ı İlahi! Yorulmamalıydık, öyle ya, Mevla olarak sen her şeyi verirdin. Bütün işlerimiz rabbimiz olarak vazifendi görürdün. Senin nimet hazinelerin kendi veznemizdi, avale ederdik, ne kadar masrafımız varsa karşılardın. Silahı kullanan Sendin, hududu bekleyen Sen. Levazımımız bitmiş mi, ekleyen Sen. Çekip kumandan altına ordu ordu meleği bizim adımıza küffarı yerle bir ederdin. Başımız sıkıldı mı, kafiydi o nazlı sesimiz, "Yetiş" derdik, Sen gelirdin, yahut Hızır'ı gönderirdin. Çok sıkışırsak mehdini hazır bekletirdin. Evinde hastalananımız varsa borcundu, bakacaktın. Şifa hazinelerini derhal oluk oluk akıtacaktın.Demek ki her şeyimiz Sendin; Yanaşmamız, ırgadımızdın. Çoluk çoçuk sana aitti; lalamız, bacımız, dadımız, vekilimiz, kahyamız, veznedarımızdın. Denizde savaş olacakmış gemimiz, kaptanımızdın. Ordu lazımsa askerimiz, kumandanımızdın. Köyümüzün yasakçısı; şehrimizin de baş tahsildarıydın. Hasılı aile doktorumuz, eczacımız her şeyimiz Sendin. Kabe'ni koruduğun gibi bizi de korurdun…
Akif'in dilini kuruttun, bizimkiler de kuruyor Ey adl-i İlahi!
Hala anlamadık "nasıl işi gördüğünü"; Sana yürüyerek gelirsek Sen koşarak geliyorsun. Biz vurmazsak Sen ses çıkarmıyorsun. Biz fışkırmazsak sen akmıyorsun. Ağlarsak ağlıyor, gülersek gülüyorsun. Doyurursak doyuyor, ilaç olursak şifa oluyorsun. Sularsak yeşertiyor, ekersek bitiriyorsun, koparırsak kurutuyorsun.
Değişirsek değiştiriyorsun. Diken olursak bahçeyi koruyor, toz olursak toprağı savuruyor, taş olursak camı kırıyorsun. Çiğ damlası olursak çimenlerin üzerine düşürüyor, okyanus olursak erişilmez derinlikler oluyorsun.Karga olursak mezarlıkta, kartal olursak yükseklerde uçuruyorsun. Bir mum yaktık mı güneşe çeviriyor, göğe yönelince gökyüzünü açıyor, yerde yürüyünce yeryüzünü seriveriyorsun. Damlayınca ırmağa, kükreyince dağa çeviriyorsun. Saldırınca paramparça ediyorsun. Kaçınca kovalıtıyor, düşünce süründürüyor, ayağa kalkınca engelletiyorsun. Görünce gözümüz, duyunca kulağımız, hissedince yüreğimiz, yürüyünce ayağımız, vurunca yumruğumuz oluyorsun.
Demek budur vesilelerin Ey Tabiat-ı İlahi!
Demek böyledir e iş görüşün Ey Zül'celali ve'l-İkram…
Ey şark milletleri! Gelin vesilelere sarılalım, sünnetullahtan yürüyelim. Biz görelim ki Allah gözümüz olsun. Biz duyalım ki Allah kulağımız olsun. Biz hissedelim ki Allah yüreğimiz olsun. Biz yürüyelim ki Allah ayağımız olsun. Biz birleşelim ki Allah duvarımız olsun. Biz gürleyelim ki Allah gökgürültümüz olsun. Biz çakalım ki Allah şimşeğimiz olsun. Biz parlayalım ki Allah yıldırımımız olsun. Biz vuralım ki Allah yumruğunuz olsun.
Ey şark milletleri! Hepimiz birer kova su döksek bir kıtayı sel alır, hepimiz birer sinek olsak vızıltımız üç kıtayı titretir, hepimiz birer dere olup aksak okyanuslar taşar, beş kıta yerinden oynar.
Öksüzlerin ağlamasından arş titrermiş. Gelin "öksüzü" ağlatmayalım.
Ne demişti Akif;
"Gökten bir şey inmez bütünüyle yerden taşar
Kendi ahlakıyla bir millet ölür yahut yaşar."
Gelin sinelerimiz topluca vursun, onu top bile sindiremez.
Ey şark milletleri! Çağın kalbini dinleyin, geliyor gelmekte olan! Mehdi de, Hızır da, Mesih de biziz. İbrahim de, İsa da, Musa da, Muhammed de biziz, biz! Öncekiler bir ümmeti geldi geçti. Varolan biziz, vakti kuşanan, mekanı yaşayan biziz; sen, ben, o; hepimiz. Şu anda yaşayan, diri olan "hayy"ın tecelligahı biziz. Dirican bir söz, dırahşan bir hareket buradan çıkar, "mevt"den, makberden değil. Gelin "bekleyen ümmet" olmaktan çıkalım "yürüyen ümmet" olalım!
Akıllara pençe atıp benlikleri esir alan
Frenklerden medet ummak…
Kah zorla ve zincirle
Kah Şirin kah Perviz rolüyle…
Milletleri aldatan bu adamlardan yardım dilenmek
Bütün alemi harebeye çevirdi.
Ey Herem-i Şerif'in banisi!
Ey İbrahim'in halifesi!
Alemi yeniden kurmak için ayağa kalk!
Uyan Ey Müslüman!
Çok uzun süren
Bu ağır ve derin uykudan uyan artık!
(İ. Eliaçık; Daru's-Selam; Evrensel Adalet ve Barış Yurdu, İnşa yayınları, İst., shf. 7-17).
Ey şark milletleri! Çağın kalbini dinleyin, geliyor gelmekte olan! Mehdi de, Hızır da, Mesih de biziz. İbrahim de, İsa da, Musa da, Muhammed de biziz, biz! Öncekiler bir ümmeti geldi geçti.
Mehmet Akif Ersoy yüz sene kadar önce "Geçip giden varsa İslam'ın şu çiğnenmiş diyarından" başlıklı şiirinde İslam dünyasından manzaraları şöyle resmetmişti;
"Harap iller, serilmiş hanumanlar, başsız ümmetler, tegallüpler, esaretler, tahakkümler, mezelletler, ekinsiz tarlalar, ot basmış evler, küflü harmanlar, ıpıssız aşiyanlar, kimsesiz köyler, çökük damlar, düşünmez başlar, aldırmaz yürekler, paslı vicdanlar ve de gaza namıyla dindaş öldüren biçare dindaşlar… Göğüsler sızlayıp durmakta, zincirler daralmakta, bunalmış kalmış milyonlarca can gırtlakta…"
Bu manzara karşısında Muhammed İkbal'in "gırtlaktan" bağıran sorusu şuydu; "Ey şark milletleri! Şimdi ne yapmak lazım?
Mehmet Akif'in resmettiği manzaralar o gün bugün hala aynı.
Hatta Akif'i sürdürerek yeni manzaralar eklemek lazım: Yağan bombalar, harap olan iller, basılan evler, kurşunlanan minareler, çırılçıplak soyulan insanlar, tecavüz edilen erkekler, ırzına geçilen kadınlar, kolları kırılan çocuklar, sapan taşına kurşunla karşılık veren gözü dönmüşler, Deir Yasirler, Hamalar, Halepçeler, Ebu Garipler, Guantomanolar, yerde kurşuna dizilen yaralılar, Kadir gecesinde yağan füzeler, gaza namıyla birbirini ihbar eden dindaşlar, yüz dolara düşmanla iş tutan hainler, utanmadan "reel politik" inciler döktüren liberal müptezeller, aidiyet ve haysiyetini kaybetmiş aydınlar, şerefsiz işbirlikçiler, her yerde baş tacı edilen namussuzlar, köşesine çekilmiş namuslular, ekmek parası bulamayan erdemliler, malına mal katan dalkavuklar, her biri bir dış gücün oyuncağı haline gelmiş guruplar, hizipler, franksiyonlar, Avrupa kapılarında dilenen Kürtler, AİHM'e yalvaran başörtülüler, Kepenhang kriterlerinden medet uman dünün Batı Kulüpçüleri, neo-liberal mavallarla Avrupa Birliği fonlarından beslenen dünün hızlı solcuları, büyük vatanın bir parçası olan Irak'taki direnişi "Teşkilat-ı Mahsusa" mirasını sürdürerek alttan alta "örgütleyeceği" yerde işgalciler için tezkere geçirtmeye kalkanlar, işbirlikçi küreselciler, statükocu ulusalcılar, beyni dağıtılmış devlet eliti, çaresiz askerler, koltuğunu kurtarmaya bakan bürokratlar, elifi görse değnek mimi görse tokmak zanneden güya entelektüeller, emsileden başka kitap cifrden başka hesap bilmeyen mollalar, yüreksiz ilahiyatçılar, ruhsuz din adamları, yıkıntılar arasından tecavüz çığlıkları, harebeler arasından ölüm feryatları yükselirken her akşam dizi seyreden, gelin kaynana yarışmaları izleyen, popstar seçen zavallı yurdum insanı… vs. vs.
Muhammed İkbal'in mezarından "o ses" yankılanıyor adeta.
Yine aynı soru, yine aynı çığlık; Ey şark milletleri! Şimdi ne yapmak lazım?
Ey Türkler, Ey Araplar, Ey Farslar şimdi ne yapmak lazım?
Ey Kürtler,Türkmenler, Azeriler, Çerkezler, Kıptiler, Habeşler şimdi ne yapmak lazım?
Ey Sunniler, Şiiler, Aleviler, Bektaşiler şimdi ne yapmak lazım?
Velhasıl Ey o bütün şark milletleri! Milletin sönmüş ocakları, ümmetin yıkık viraneleri, Devlet-i Aliye'nin o eski memalikleri! Şimdi ne yapmak lazım?
Bu küresel canavarın ellerini, kollarını nasıl kesmek lazım?
Milletlerimizi, ümmetlerimizi, memleketlerimizi nasıl kurtarmak lazım?
Namusumuz payi mal oldu. Şerefimiz, haysiyetimiz ayaklar altına alındı. Bunların yaptığını Moğol orduları bile yapmadı.Tarihimiz yağmalandı, coğrafyamız kalbura döndü…
Ve Ey Batı milletleri!
Ey ebedi putperest Roma yurdu!
Ey "çarmıhta ölen son Hrıstıyanın" nasipsizleri!
Ey İsa'yı Yaruşalem çarmıhından alıp Roma çarmıhına tekrar gerenler!
Siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz? İnsan hakları, demokrasi, özgürlük dediğiniz buysa çekin kuyruğundan! Çağdaşlık, modernlik, ilerilik dediğiniz buysa canınız cehenneme! Tarihin sonunu değil asıl kendi sonunuzu hazırlıyorsunuz! Mesihi değil kendi akibetinizi bekleyin. Tanrıyı kıyamete zorluyorsanız, kendi cehenneminize odun taşıyorsunuz! İnsanlığın vicdanında boğulmaya doğru gidiyorsunuz. Korkunç bencillik, kof böbürlenme, tek tipçilik, sarhoşluk, ahlaksızlık ve sömürgecilikten tarihin çöp sepetini boylayacaksınız. Güvenlik, terör, funtamantalizm diye diye tarihten çekileceksiniz.
Bunca yaşanmış tecrübelerin öğrettiği bir şey varsa, "sünnetullah" diye bir şey varsa sonunuz geldi. Tarihi tekerrür ettirdiniz, hiç ders çıkarmadınız, hiç ders çıkarsaydınız böyle yapar mıydınız? İsa'yı çarmıha gerdiniz yetmedi, Tanrı'yı öldürdünüz yetmedi, İnsanlığın vicdanını yine Roma'nın çarmıhında gerdiniz. Artık çarmıha gerilecek, öldürülecek bir şey de kalmadı, sonunuz geldi. Tarih boyunca yaptığınız çarmıhlar, kazığa bağlayarak yaktığınız insanların ahu figanı dile gelecek, artık sonunuz geldi. İnsanlık sizin ilahi çarmıha gerildiğinizi görmeden bitmeyecek, sonunuz geldi. Eceliniz geldi, çok cami duvarı kirlettiniz, sonunuz geldi. "Üç ila dokuz yıl arasında" işiniz bitecek, süreyi uzatmaya bile gerek kalmayacak, sonunuz geldi!
Ey şark milletleri!
Ey kafası rahat mirasyediler!
"Nasıl olsa ateş bize sayılı birkaç günden fazla dokunmaz" diyorsunuz demek? Şuçu ötekine yükleyerek, topu taca atarak sorumluluktan kaçıyorsunuz demek?
Felluce'nin, Ebu Gureyb'in rabbine andolsun ki, eğer bir darbe yediysek bu kesinlikle "içerden" yenmiş bir darbedir. Hala tarihimizle, geçmişimizle yüzleşebilmiş değiliz. Bakın ne demişti yüz yıl önce Akif;
"Biz ki yarmıştık şuunun en büyük ummanını
Çiğnemiştik yükselen o bitmez dalgalarını
Biz ki devirlere, çağlara, olaylara rağmen yine
Hakim olmuştuk bütün bir alemin günlerine
Şimdi tek bir dalgaya çiğnendik, izmihlaldeyiz
Şimdi sahillerde mahkumiyetin timsaliyiz
İçerdedir darbe… Dışarıda değil… Asla değil!
Sonra olmaz dünyada reastgele bir şey böyle bil
'Gökten gelen bela' sözünün manası yoktur herzedir
En beyinsizler bile istikbali zira kestirir
Gökten inmez bir de hiçbir şey… Bütün yerden taşar
Kendi ahlakıyla bir millet ölür yahut yaşar"
Ey Şark milletleri!
Ey benim ebedi meskenet yurdum!
"Yaşamak" dediğimizin manası kalmadı… "Din" dediğimizin cazibesi kalmadı… "Mehdi" dediğimiz her kimse gelmesine artık gerek kalmadı… "Kur'an" dediğimizin, mezarlıklarda okunmaktan,duvarlarda asılı kalmaktan, cifrden, şifreden başka işi kalmadı. Medyumlara, üfürükçülere, muskacılara terk ettik, onlardan başka kapağını açan kalmadı. Hayattan çıkardık mitolojiden başka değeri kalmadı…. Artık ezan kültür, ramazan sanatçıların çocukluk anıları, zekat haramzadenin sus payı, camiler eski zamanın turistik mabedleri haline geldi… Peygamber ulaşılamayan, sahabe erişilemeyen, Allah konuşulamayan birer "nesne" oldu…
Oysa bunlar Mekkeli "öksüzün" sağlığında böyle miydi?; Onun zamanı ruh, heyecan, hareket ve devrim çağıydı. İnsanlık vicdanının iyilik, ahlak ve adalet arayan damarını harekete geçiren canlı vahiy çağıydı. Onun kalbi "Zamanın Sahibi'nin", içinde yaşadığı çağın ve hayatın temposuyla birlikte atardı. O tarihin değil, tarih onun arkasından gelirdi. İki günü birbirine denk olanı ziyanda sayar, yerinde sayanı geri kalmış kabul ederdi. Bir şeye karar verdimi sağına soluna bakmadan ve başka hiç kimseden korkmadan "Allah ile birlikte yürürdü". Sorulması gereken sorular vardı, geldi ve çağın idrakine onları sordu; "Bu kız çocukları hangi suçundan dolayı öldürüldü?"…
O öksüzdü, yani başını yaslayacağı bir ana göğsü (ög'ü) olmayandı (ög-süz). O "Allah'a yaslandı, hikmete ram oldu, yol varsa budur bilmiyorum başka çıkar yol" dedi ve yürüdü. O gün bugündür yankılanır hala insanlığın dimağında. Onun sağlında ne felsefi tartışmalar, ne kelami spekülasyonlar, ne de fıkhi ihtilaflar vardı. Sadece esen bir ruh, dalgalanan bir heyecan, kitleleri sürükleyen bir hareket ve zulmedenleri inkılaba uğratan bir devrim vardı. Diğerleri bunların içinde kaybolup giden birer ayrıntıydı. Onunki ibda çağıydı; geldi, esti, kuyruk yıldızı gibi kaybolup gitti, Hala onun ışığı ile yolumuzu bulmaya çalışıyoruz. İyi ki o var.
Ey Şark milletleri!
Ey maddi zenginliği toprağı kazıyarak petrolden, manevi zenginliği de eski kitapları kazıyarak Mülteka'lardan, Mir'atlar'dan elde edeceğini sanan benim ebedi tembellik yurdum!
Hala Hz . Ömer zamanında alınan topraklarda yaşıyoruz. İyi ki Hz. Ebubekr, Hz. Ali var. Onlar fethetmiş, biz üzerine yan gelip yatmış petrol kazıyoruz… Bin sene önce onlar yazmış biz onları araştıra araştıra makam mevki sahibi oluyoruz; iyiki Farabi var, İbni Sina var. İstanbulu fethetmiş biz canını çıkarıyoruz yağmurdan, sudan; iyi ki Fatih var.Yüzyıllardır yiye yiye bitiremedik bunları. Sanki bu ümmetin ömrü onlarla bitmiş de biz uzatmaları oynuyoruz. Halbuki "Zamanın Sahibi" hiç durmadan sürekli yaratılış halinde. Varolan alem mümkün olanların en iyisi değil, yepyeni yaratılışlar mümkün. Anaların Rahminin Rabbine andolsun ki, analar doğurdukça Allah insanlıktan ümidini kesmemiş demektir. Kimbilir hangi rahimde Ömer'ler, Ali'ler, Hüseyinler, Farabiler, İbni Sinalar, Hoca Ahmed Yeseviler, Yunuslar, Mevlana'lar, Fatihler dün, bugün veya yarın soluk alıp vermeye başladı veya başlamıştır!
Zebur-u Acem sahibi yüz yıl önceden bakın ne demişti;
"Güneşin dönüş yapan mübarek göçü başladı
Sabahın karanlıkları boğan ışıkları yükseldi
Kafileler dağ bayır demeden yüklerini bağladılar
Göç davulları çaldı
Ey insanlığı kontrol etmek,
ve zayıfları korumak için yaratılan göz!
Ne oluyorda böyle kaygusuzca uyuyorsun
Etrafında olup bitenlere bakmıyorsun
Uyan Ey Müslüman!
Çok uzun süren
Bu ağır ve derin uykudan uyan artık!"
Ey Şark milletleri!
Ey kuru hurma yiyen "öksüzün" virane ümmeti!
Bir bakalım kendimize acaba tanıyabilecek miyiz? Kur'an'ın "Ey İsrailoğulları!" diye eleştirdiği her şeyi, Ey İsmailoğulları; Ey Araplar, Ey Farslar, Ey Türkler! diye bir okuyun bakalım değişen bir şey olacak mı?
Artık bize yeni bir çağ lazım. Yaratıcı bir ibda çağı lazım. Allah'ın "ibda"sına Müslümanın "ibadeti" ile katılacağı, canlı, diyaklektik işleyen, iş ve değer üreten, ortaya çıkaran, meydana getiren, icat eden bir çağ lazım. Bunları Allah yaparsa "ibda" insan yaparsa "ibadet" oluyor. Kök anlamları aynı bunların. "Allah ile beraber" yeni bir yürüyüş lazım. Vicdanı ve merhameti harekete geçirecek yeni bir nefes lazım. "Bu çocukların kolları hangi suçtan dolayı kırıldı? Bu biçarelerin hangi suçundan dolayı ırzına geçildi? Bu yaralılar hangi suçundan dolayı yerde inlerken kurşuna dizildi? diye soracak mesihi bir soluk lazım! Tur-i Sina'yı, Zeytin Dağı'nı, İncir Ağacı'nı, Hıra Mağarası'nı insanlığın üzerine "kaldıracak", yani oradan konuşacak, oradaki vicdanı yakalayacak bir söz, bir hareket, bir eylem lazım! Vakti zamanında oralardan yükselmiş o seslere sahip çıkmak, korumak, kollamak, ete kemiğe büründürmek, güncellemek ve dirican bir halde çağın idrakine ulaştırmak lazım. Bunlar için ise akıl lazım, vicdan lazım, yürek lazım. Sağa sola bakmadan "Ben varım" diyecek adam gibi adamlar lazım…
Yaşamak Allah içinse , "ibadet" Allah'ın "ibdasına" karşılık inanmış insanın iş ve değer üretmesi ise, "Müslüman" Allah'ın önünde yüzü açık ve alnı ak hale gelmek, selim olmak ise, "sırat-ı müstakim" doğruluk ve dürüstlük yolu ise, "cihad" yeryüzünde baskı, zulüm ve zorbalık kalkıncaya ve adalet tam olarak sağlanıncaya kadar sürekli devrim ise eğer, "İsrail" Allah ile yürüyen, "İsmail" Allah'a kulak veren, "Nasrani" Allah'a yardım eden ise eğer, "insan" sürekli hareket halinde olan (nevs), yaklaşan, seven, sevilen (üns) ise eğer, bütün bunlar şimdi değilse ne zaman? Bugün değilse hangi günde? Bu çağda değilse hangi çağda ete kemiğe bürünecek? O "Öksüz" ve arkadaşları mezarlarından kalkıp bir de bu çağı mı kurtaracaklar? O zaman sen niye varsın? Onlardan sonra varolmanın anlamı ne? Neden önce değil de şimdi varsın, neden?
Ey Kadir-i Mutlak Allah!
Ey azizu'n-zu'ntikam olan Allah!
Ey biçarelerin rabbi, Ey müstazafların umudu!
Ey İbrahim'in ateşine serin ol diyen!
Ey Muhammed'i örümcek ağıyla koruyan!
Şimdi ne yapmamız lazım? Mehmet Akif'in sitemini gönderip "dilimiz kurusun" mu diyelim? Nur istiyoruz nâr gönderiyorsun Ey Adl-i İlahi! Binbir geceden hayırlı Kadir gecesinde on bin füze yağıyor? Meleklerin sabaha kadar indiği o kutlu gecede bombalar iniyor. Nedir öfkeni çeken? Bize çok mu kızdın?
Öyle ya, Akif söylemişti yüz yıl önce. Ondan beri hiçbir şey değişmedi ki. Daha doğrusu kimse onu dinlemedi, duymadı ki. Duyarlar belki diye affına sığınarak bir kez daha tekrar edelim;
Bıraktık çalışmayı, emrettik hep oturduğumuz yerden Ey adl-ı İlahi! Yorulmamalıydık, öyle ya, Mevla olarak sen her şeyi verirdin. Bütün işlerimiz rabbimiz olarak vazifendi görürdün. Senin nimet hazinelerin kendi veznemizdi, avale ederdik, ne kadar masrafımız varsa karşılardın. Silahı kullanan Sendin, hududu bekleyen Sen. Levazımımız bitmiş mi, ekleyen Sen. Çekip kumandan altına ordu ordu meleği bizim adımıza küffarı yerle bir ederdin. Başımız sıkıldı mı, kafiydi o nazlı sesimiz, "Yetiş" derdik, Sen gelirdin, yahut Hızır'ı gönderirdin. Çok sıkışırsak mehdini hazır bekletirdin. Evinde hastalananımız varsa borcundu, bakacaktın. Şifa hazinelerini derhal oluk oluk akıtacaktın.Demek ki her şeyimiz Sendin; Yanaşmamız, ırgadımızdın. Çoluk çoçuk sana aitti; lalamız, bacımız, dadımız, vekilimiz, kahyamız, veznedarımızdın. Denizde savaş olacakmış gemimiz, kaptanımızdın. Ordu lazımsa askerimiz, kumandanımızdın. Köyümüzün yasakçısı; şehrimizin de baş tahsildarıydın. Hasılı aile doktorumuz, eczacımız her şeyimiz Sendin. Kabe'ni koruduğun gibi bizi de korurdun…
Akif'in dilini kuruttun, bizimkiler de kuruyor Ey adl-i İlahi!
Hala anlamadık "nasıl işi gördüğünü"; Sana yürüyerek gelirsek Sen koşarak geliyorsun. Biz vurmazsak Sen ses çıkarmıyorsun. Biz fışkırmazsak sen akmıyorsun. Ağlarsak ağlıyor, gülersek gülüyorsun. Doyurursak doyuyor, ilaç olursak şifa oluyorsun. Sularsak yeşertiyor, ekersek bitiriyorsun, koparırsak kurutuyorsun.
Değişirsek değiştiriyorsun. Diken olursak bahçeyi koruyor, toz olursak toprağı savuruyor, taş olursak camı kırıyorsun. Çiğ damlası olursak çimenlerin üzerine düşürüyor, okyanus olursak erişilmez derinlikler oluyorsun.Karga olursak mezarlıkta, kartal olursak yükseklerde uçuruyorsun. Bir mum yaktık mı güneşe çeviriyor, göğe yönelince gökyüzünü açıyor, yerde yürüyünce yeryüzünü seriveriyorsun. Damlayınca ırmağa, kükreyince dağa çeviriyorsun. Saldırınca paramparça ediyorsun. Kaçınca kovalıtıyor, düşünce süründürüyor, ayağa kalkınca engelletiyorsun. Görünce gözümüz, duyunca kulağımız, hissedince yüreğimiz, yürüyünce ayağımız, vurunca yumruğumuz oluyorsun.
Demek budur vesilelerin Ey Tabiat-ı İlahi!
Demek böyledir e iş görüşün Ey Zül'celali ve'l-İkram…
Ey şark milletleri! Gelin vesilelere sarılalım, sünnetullahtan yürüyelim. Biz görelim ki Allah gözümüz olsun. Biz duyalım ki Allah kulağımız olsun. Biz hissedelim ki Allah yüreğimiz olsun. Biz yürüyelim ki Allah ayağımız olsun. Biz birleşelim ki Allah duvarımız olsun. Biz gürleyelim ki Allah gökgürültümüz olsun. Biz çakalım ki Allah şimşeğimiz olsun. Biz parlayalım ki Allah yıldırımımız olsun. Biz vuralım ki Allah yumruğunuz olsun.
Ey şark milletleri! Hepimiz birer kova su döksek bir kıtayı sel alır, hepimiz birer sinek olsak vızıltımız üç kıtayı titretir, hepimiz birer dere olup aksak okyanuslar taşar, beş kıta yerinden oynar.
Öksüzlerin ağlamasından arş titrermiş. Gelin "öksüzü" ağlatmayalım.
Ne demişti Akif;
"Gökten bir şey inmez bütünüyle yerden taşar
Kendi ahlakıyla bir millet ölür yahut yaşar."
Gelin sinelerimiz topluca vursun, onu top bile sindiremez.
Ey şark milletleri! Çağın kalbini dinleyin, geliyor gelmekte olan! Mehdi de, Hızır da, Mesih de biziz. İbrahim de, İsa da, Musa da, Muhammed de biziz, biz! Öncekiler bir ümmeti geldi geçti. Varolan biziz, vakti kuşanan, mekanı yaşayan biziz; sen, ben, o; hepimiz. Şu anda yaşayan, diri olan "hayy"ın tecelligahı biziz. Dirican bir söz, dırahşan bir hareket buradan çıkar, "mevt"den, makberden değil. Gelin "bekleyen ümmet" olmaktan çıkalım "yürüyen ümmet" olalım!
Akıllara pençe atıp benlikleri esir alan
Frenklerden medet ummak…
Kah zorla ve zincirle
Kah Şirin kah Perviz rolüyle…
Milletleri aldatan bu adamlardan yardım dilenmek
Bütün alemi harebeye çevirdi.
Ey Herem-i Şerif'in banisi!
Ey İbrahim'in halifesi!
Alemi yeniden kurmak için ayağa kalk!
Uyan Ey Müslüman!
Çok uzun süren
Bu ağır ve derin uykudan uyan artık!
(İ. Eliaçık; Daru's-Selam; Evrensel Adalet ve Barış Yurdu, İnşa yayınları, İst., shf. 7-17).
Yorumlar